Kınalı Kekliğin Suçu Ne ?

“Kınalı kekliğin suçu ne?

 

Ne yapacağım bilemiyorum. Yaş ilerledikçe çocukluğuma dair anılar ve kırılma noktaları gittikçe beni kıskaca alıyor. Neredeyse yaşamımın her olayına geçmişten bir uzantı ekliyorum. Yine böyle birşey oldu geçenlerde. Bak şimdi, olacak şey mi? Olan şeyden dolayı geçmişe kurduğum köprü duruyor, ama olan şeyi hatırlayamadım. Nerden geldi bu keklik anısı aklıma. Neden düştü düşüme. Hay Allah. Neyse artık, hatırladıklarımı ve düşündüklerimi anlatayım, belki yaşadığım şey de düşer aklıma… Keklik kuşların arasında en sevimli olanlardan biridir. Bazı kuşların sevimliliğine rağmen, olumsuz tarafları vardır, keklik ise kusursuzdur. Gözlerinin etrafındaki yüzünün çevreleyen siyah hilali, boynundan omuzuna doğru düşmüş, kırmızı puanlı fuları, beyaz yüzünden zarifçe çıkan gagası, siyah beyaz kanatları, düzgün bir göğüs yapısı ve kınalı ayaklarıyla şakıyan en güzel kuştur keklik. İşte benim bu güzel kuşa sevdam çocukluğumda başladı. Keklik güzelliği bu yönleriyle kalsa çok sevinecektim. Ama kekliğin çok güzel bir tarafı daha varki; yürek burkan, iç acıtan bir güzellik. Kekliğin eti en lezzetli kuş etidir. Bu güzellik o kadar bilinir ve anlatılır ki; hiç unutmam, bir gün davet var kuzular kesilmiş yeniyor. Kuzu etini çok beğenen birisi şöyle demişti: “Kuzunun eti de mübarek keklik eti gibi neredeyse…” Keklik eti bu kadar lezzetli olunca, keklik avına da o kadar rağbet olur dağ başlarında. Hele kışları, canlı keklik yakalamak için yapılan avlara öbek öbek insan çıkardı karlı yaylalara. Zaman zaman içinde, zaman zından içinde, dokuz veya on yaşlarındayım, daha keklikle gözgöze gelmediğim için, avına gitmeye bende meraklıyım büyüklerle. Babama söylemeye cesaret edemedim,anneme dedim, “babam keklik avına beni de götürsün” diye. Aslında böbürleneceği yerde beni istemeye istemeye götürdüğünü de hatırlıyorum bugün gibi. Çünkü, ava gidenler arasında bir yarış vardır; kim daha çok keklik yakalayacak. Bu durumda ben babama ayak bağı olacaktım. Buna rağmen gittim keklik avına. İp çoraplar çekilmiş dizkapağa kadar, ayaklaramızda Ankara cızlavatı. Sırtımızda paltolar gocikler, başımızda ve ellerimizde yünden örülmüş kıllı giyecekler. Ve ellerimizde uzun meşe ağacından sopalar. Haa bu arada, sadece sopa değil, saçma atan tüfekleri olanlarda vardı, her ihtimala karşı. Karlı yerlerde keklik avı için en güzel konum düzlüklerdir. Keklik çok uzun süre uçabilen bir kuş değildir. Narin olduğu için çabuk yorulur. Bu nedenle kayalık yerleri severler… “İki keklik bir kayada ötüşür…” türküsü bu nedenle söylenir. Eğer kayalık yerlerden uzaklaşırlarsa, sık sık düzlüğe konmak zorunda kalırlar. Hele bir de düzlükte kar varsa, daha da yavaş kalır o narin kuş. Yine, “Keklik gibi engininden geçerken…” türküsü de bunun için söylenmiş ve benim yüreğimi yakmıştır. İşte bu karlı ve puslu ortamda, bir kenarları kayalık olan vadi gibi bir yere gittik keklik avına. Her iki taraftaki kayalıklara birkaç kişi giderek, kayalar arasında kendi halinde bekleyen, hiçbir canlıya zararı dokunmayan arada bir ağıt gibi şakıyarak tünemiş keklikleri kaçırmaya başladılar. Zavallı keklikler pare pare oldular bir anda. Kimi yukarılara kaçmaya çalışıyor, kimi uzaklaşmaya çalışıyor, düşüyor, batıyor çıkıyor, tekrar düşüyor, sopalara kafalarının etrafında uçuşuyor, nereye kaçsalar bir başka bela. Ve bir süre sonra iyice yorgun düştüler, artık kaçacak takatları kalmadı. Çepeçevre sarılmış biz avcılar gittikçe çemberi daraltıyorduk, fakat işte o anda yaşamımdaki kırılma noktalarından birini yaşadım; irkildim. Tıpkı keklikler gibi, kara battım ve çöktüm, çökmemle birlikte oluşan boşluktan iki kınalı keklik yere parelel şeklide engininde geçerek, artık kimsenin olmadığı kayalıklara doğru süzüldüler. Lakin, buna rağmen, ortada kalan, yorulan, batan, düşen onlarca keklik, babam ve arkadaşlarının ellerinden kurtulamadılar. Her kıllı el, bir çift kınalı ayağı yakalıyor, cepten çıkarılan bir parça iple bağlanan kınalı ayaklar, paltoların altından, hilaller aşağı gelecek şekilde kemere bağlanıyor. Bazı kemerlerde bir, bazılarında iki, babam gibi bazılarında ise üç keklik yanyana baygın gözlerle karları seyrederek yürüyüş temposunda sallanıyorlardı. Marifet canlı yakalamaktır, köye keklikleri canlı götürmektir. Canlı giden keklikler önce biraz beslenirler evlerdeki kafeslerde veya ters çevrilmiş kazanların içinde. Bu kekliklerden iyi cins olanlar, kafes kuşu ve av için hiç kesilmeden beslenirler. Diğerleri ise, evlere gelecek hatırlı bir misafire ziyafet yapılırlar. Keklikle av sırasında olan ilk tanışmamdan sonra, eve getirdiğimiz keklikleri daha yakından inceleyerek, kekliklere olan görünmez bağımı hiç kimselere hissettirmeden gizli gizli yaşattım içimde. Hele bu kekliklerden bir tanesi beni çok etkiliyordu. Neler düşündüğümü şu an tam hatırlayamıyorum. Fakat, eğer o yılar aşkın ne olduğunu bilseydim eğer, bu duygunun adını koymakta zorlanmazdım. Beslemek bahanesiyle hep yanında kalıyordum, yiyeceğini, suyunu veriyordum, pencereleri kapalı kapalı küçük odada serbest bırakıp havalandırıyordum. Kesilme sırasının birgün ona da geleceğini nedense hiç düşünmüyordum. Sanki onun evimiz halkından biri olarak görüyordum. Okul dışındaki zamanlarda, diğer arkadaşlarım kızaklarla köyün üst aynından, aşağıdaki dereye kadar zevkle kayarken, ben beyaz yakamı, siyah önlüğümü çıkarmadan soluğu kekliğimin yanında alıyordum. Çok mutluydum. Ama bu mutluluk uzun sürmedi. Daha önce sudan sebeplerle kesilen diğer iki kekikten sonra kınalı kekliğimin yalnız kalması beni huzursuz etmeye yetmişti. Çember daralıyordu. Ve bir gün eve geldiğimde, içeriden sesler duyup da, evde yabancı bir misafir olduğunu anladığımda, zaten soluk olan rengimin cesede dönüştüğünü şimdi daha iyi biliyorum. Annem, benim durumumu farketmiş olacak ki, sakinleştirmeye çalıştı ve kekliğin kesilmediğini söyledi. Biraz rahatladım ama, hemen arkasından tekrar huzursuzluğum başladı. Çünkü biliyordum ki babam, kekliği erken kesmeyi sevmezdi, yani hala kesilebilirdi. İşte çocuk aklımın, bendini yırttığı anlardan biridir. Kekliğimi kurtarmaya karar verdim. Ama nasıl? Bu tamamen bir yanlışlık olmalıydı. Kasıtlıymış gibi yapmaya yine çocuk ruhumla cesaret edemedim. Önce kaçacağı yeri ayarlamalıydım. Bunu için zaman zaman havalandırmak için kullandığımız kilerin küçük penceresi çok uygundu. Fakat o anda daha başka bir şey oldu. Evin girişindeki yolak dediğimiz yerde bir kedi gördüm. Annem evde kediyi sevmezdi. Bunu fırsat bilerek, önce gittim havalandırma bahanesiyle kınalı kekliğimi kafesten çıkardım. Sonra sanki, kedi keklikle benim olduğum odadaymış da, ben o nedenle kediyi çıkarmak için kapıyı açmışım gibi, bir şey yapmayı dündüm ve yaptım. Odanın kapısını hızla açmamla, yolakta bulunan kedi dışarıya doğru kaçarken, kekliğimde engin bir süzülüşle karşıdaki dama kondu. Ben de bir sevinç bir sevinç… Ama bunu belli etmeden keklik kaçmış gibi davranmam gerektiğini anladım. Zaten sesleri duyarak gelen annemle babama öncelikle odaya kedi girdiğini ve çıkması için kapıyı açtığımda kekliğinde kaçtığını söyleyiverdim. Babam ne kadar inandı bilemem, ama annemin inanmadığını kesin biliyorum. Bunu söyleyip, sanki kekliğim kaçmışta yalnız kalmışım ve üzülüyormuşum gibi yaparak kafamı önüme eğerek yanlarından uzaklaştım. Tüm bunlar olurken kekliğim ise damdan dama uçarak köyün arkasındaki kayalıklara kadar uzaklaşmıştı bile. Ben türkü söylemeyi hiç bilmezdim. Daha doğrusu çok utanırdım. Ama o akşam misafirlere bir türkü söyledim. Ve o türküyü hala çok söylerim… Kekliğidim vurdular Kanadımı kırdılar Daha ben ne idim ki Annemden ayırdılar Gel gel yanıma keklik Kastım canıma keklik Al kınalı parmakların Batır kanıma keklik Keklik kumda eşinir Eşinir de deşinir Benim sevdiğim oğlan Şimdi nerede düşünür Gel gel yanıma keklik Kastım canıma keklik Al kınalı parmakların Batır kanıma keklik Keklik kayalı yerde Öter mayalı yerde Sevdiğimin kavalı Kaldı dayalı yerde Gel gel yanıma keklik Kastım canıma keklik Al kınalı parmakların Batır kanıma keklik Kınalı keklik, beni neden bu kadar yaraladı, anlamadım… Ama bilirim ki, her daralmış kınalı keklik içinde bir gizli umut mutlaka taşımalıdır. Peki şimdi, ben bütün bunları ne vesileyle hatırladım. Sanırım yaşlılık başgösteriyor. Durmadan hatıra anlatan bir bunağa mı döneceğim ne? 2009

You may also like...

Bir cevap yazın